Bugün sabah bir arkadaşımın mesajıyla hatırladım, tam 5 yıl olmuş bugün. Kazamın dördüncü yıldönümünde yazdıklarımı okuyunca uzun zamandır hissettiklerimi yazıya neden dökmediğimi hatırladım. Geçen yıl paylaşmak istemediklerimi şimdi yazmak istiyorum.
Kazamdan sonra bir kısmınızın gereksiz ya da anlamsız gördüğü ve uzun zaman bıkmadan paylaştıklarım benim için terapi görevi görüp hayata tutunmam için bana çok yardımcı olmuştu ama artık yazdıklarımı diğer insanlarla paylaşmak istemiyorum çünkü özellikle 2019 sonrası fark ettim ki, duygularımı dışarıya yansıttığımda bu insanlar tarafından zayıflık olarak algılanıyor ve ne yalan söyleyeyim bu duruma karşı da bir direnç göstermek istemiyorum. Bir de bunun yanında bukalemunsu insanlardan sıkıldım. Gerçek acı ve üzüntüyü algılayamadan hassas ve anlayışlı gözüken toplumsal patolojiye dahil olan bir çoğunluğun içinde yaşıyoruz. Sabahattin Ali’nin güzel bir betimlemesi var bu tip insanlar için: “Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz”. İşte bu tür insanlar belli bir süre sonra “hah tamam geçti” diye yargı koyarlar ve ne yaşarsan yaşa, senden acı ve travmalarından kendini koparıp ‘normal’ olmanı beklerler. 
Bana bu duyguları hissettiren insanları sevmiyorum ve acımdan da uzaklaşmak istemiyorum. İnsanın kendi acısıyla yüz yüze gelmesi ve o yokmuş gibi davranmaması kendi gücünün de uyanmasını sağlar. Çoğunuzun bu acıyı yaşama kavramını yanlış anlayıp ahlaki pozlar takınacağınızı biliyorum ama bilin ki acı ve empati birbirleriyle sıkı bir bağ içindedir; aynı şekilde, acıyı yaşayabilme yetimiz empati yetimiz için de belirleyicidir. Yani çoğunuzun sandığı gibi ( acı = öcü ) gibi mutlak bir formül yok arkadaşlar:)