Birikimi olsun olmasın, fotoğraf izlerken bilirkişi psikolojisine giren herkesin en çok sorduğu soru nedir derseniz benim vereceğim tek bir yanıt vardır:
“Fotoşop var mı bunda?”
Uzun zamandır bu konuyla ilgili düşüncelerimi yazmak istiyordum, hazır vakit bulmuşken dijital müdahaleyi acımasızca eleştirenlere bu konuda ne düşündüğümü söylemenin zamanı geldi sanırım.
Önce fotoğraf tarihinden birkaç örnek göstereyim.
Jerry Uelsmann
Untitled, 1982
Gelatin silver print
David Hockney, American-Pearblossom Hwy., 11-18th April 1986, #2 California, April 11-18,1986
Chromogenic prints
Raoul Hausmann
Dada Conquers, 1920
John Heartfield
Through Light To Night, 1933
Jerry Uelsmann
Meditation Mystery, 2001
Gelatin silver print
Hugo Ball
Cabaret Voltaire
July 14, 1916
Hannah Höch
Balance, 1925
John Heartfield
Millions Stand Behind Me, 1932
Hannah Höch
Cut with the Dada Kitchen Knife through the Last Weimar
Beer-Belly Cultural Epoch in Germany, 1919-20
Photomontage, 44-1/8 x 35-7/16″
David Hockney,
Merced River, Yosemite Valley, 1982,
photographic collage, edition of 20. Copyright David Hockney.
Henry Peach Robinson
Bringing Home the May, 1862
albumen combination print, 39 x 100 cm
Henry Peach Robinson
Fading Away, 1858
albumen combination print
John Heartfield
Adolph The Superman, 1932
Sağdan sola: Hausmann, Höch, Dr. Burchard, Baader, Herzfelde, Margarete Herzfelde, Schmallhausen, Grosz, Heartfield.
Tarihlere bakınca daha net anlaşılıyor; fotoğrafların hepsi analog kamerayla çekilmiş ve dönemlerinin sanat akımına karşı bir hareket olarak doğmuş Dadaizm akımının simgeleşmiş örnekleri. Ve fotoğraflardaki müdahalelerin her birini fark etmişsinizdir. Birçoğumuz zannederiz ki fotoğrafa yapılan müdahaleler photoshop ve türevi programlar aracılığıyla ancak dijital ortamda yapılabilir. Ancak eski dönem analog fotoğrafçılarının kullandığı, hepimizin ismine aşina olduğumuz karanlık odalar fotoğraflardan da göreceğiniz üzere dijital ortamları hiç de aratmayacak saklı bahçeler. Bu yüzden öncelikle ‘photoshop çıktı fotoğraf fotoğraf olmaktan çıktı, ben dijitale karşıyım arkadaş ne varsa analogda var’ gibi mitleri bir kenara bırakalım.
Fotoğrafçılık hakikaten çok geniş bir alan. Tek bir yargıyla bu fikri savunmak ya da karşısında durmak çok tutarlı bir davranış değil kanımca.
Konuya ışık tutması açısından fotoğraf türlerine bir bakalım;
- Portre fotoğrafı
- Doğa fotoğrafı
- Mimari fotoğraf
- Belgesel fotoğrafı
- Basın fotoğrafı
Aklıma gelmeyenler var ise özür diliyorum. Bu türlere ek olarak tartışmak istediğim konuyu destekleyecek bir başka tür olarak da sanat fotoğrafını ekleyebilirim. Bu tür fotoğraflara estetik kaygıyla fotoğrafçının kendi yorumunu kattığı her tür soyut ya da kavramsal fotoğrafı sayabiliriz.
Bana soracak olursanız bu kadar geniş bir havuzun içinde dijital müdahaleyle ilgili soracağımız 2 soru olmalı:
– Fotoğrafıma yaptığım müdahale etik bir kaygı taşımalı mı?
– Fotoğrafımda doğallık bir zorunluluk mu?
Fotoğrafın çok sevdiğim bir tanımı var; ‘fotoğraf, fotoğrafçının ışıkla bıraktığı izdir’ denir. Aslolan fotoğrafçının gördüğü şeyi nasıl ifade etmek istediğidir. Doğa fotoğrafı çekiyorsanız ve amacınız gördüğünüzü aynen izleyiciye aktarmaksa fotoğrafınızda gözle görülür müdahaleler yapmazsınız. Ama asıl amacınız görünenin ötesinde bir his yaratmaksa sınırınız ancak hayal gücünüzle ölçülebilir.
National Geographic bile artık yarışmalarında keskinlik-gölgelendirme-kırpma gibi basit müdahalelere izin verebiliyor. Bu kadar basit müdahalelere dahi karşıysanız lütfen dijital kameranızla fotoğraf çektiğinizde fotoğrafın oluşma aşamalarını okuyun ve bir daha düşünün.
“Perde kalktığı anda -kullanılan fotoğraf makinesine göre CCD (charge-coupled device) ya da CMOS (complimentary metal oxide)- sensör üzerinde bulunan ultraviyole ve kızılötesi filtrelerinden süzülen “görünür ışık” photo-site isimli hücreciklerin üzerine düşer (bu hücrecikler sensör yüzeyinin tamamına yayılan, bir kenarı -fotoğraf makinesine göre- 11.8 mikrondan 2 mikrona kadar değişiklik gösteren kareciklerdir. Bu hücrecikler içerisinde ise foto-diyot (photo-diode) isimli ışığa duyarlı bölgeler vardır (ve bu “gerçek anlamda ışığa duyarlı” bölgeler photo-site’ın, dolayısıyla sensör yüzeyinin tümünü kaplamazlar (hatta tüm sensör yüzeyinin yarısından daha azını kaplarlar ve bu da makinemizden çıkan “fotoğrafın”, sensör üzerine düşen görüntünün büyütülmesi ile elde edilmiş bir görüntüden çok daha fazlası olduğu anlamına gelir (çünkü sensör yüzeyine düşen görüntünün yarsından fazlası bir anlamda yoktan var edilmekte, bu eksik kısım elde edilen analog veri kırıntılarından yola çıkılarak dijital olarak hesaplanmaktadır))). Her bir photo-site, üzerine düşen ışığın -yani dalga+parçacık birlikteliğinin- içerisinden enerjiyi -yani fotonları- seçerek foto-diyot vasıtasıyla foto-elektronlara dönüştürür (hayal edebileceğiniz gibi bu foto-diyot’lar ne kadar büyükse o kadar daha fazla fotonu o kadar daha kısa sürede toplar (foto-diyotların boyutlarının fotoğraf makinesinin ISO ve noise başarımı ile doğrudan ilgisi var bu arada). Perde açık kaldığı sürece foto-elektron biriktiren her bir foto-site, çekimin sona ermesi ile beraber biriktirdiği foto-elektronların miktarına bağlı olarak bir değer üretir. Bu değerler interline isimli bir yöntemle tek tek okunurken çeşitli algoritmalar çapakları (noise) azaltmak için ışık verisini mütemadiyen işler. Bu işlem sonucu elde edilen yeni veri analog-dijital dönüştürücüler (ADC) tarafından kullanılır hale getirilir. Bu aşamada elde edilen, piksel başına ışık şiddeti ve dalga boyu bilgisini tutan bir matristen ibarettir (veri bu kadar işlenmiştir ama ortada hala gerçek anlamda bir görüntü yoktur). Ardından devreye görüntü işlemcisi (örneğin Nikon için EXPEED gibi) devreye girer ve matris içindeki veriyi analiz ederek her bir pikselin renk bilgisini çevresel piksellerden yola çıkarak hesaplamaya başlar. İnterpolasyon işlemi esnasında görüntü işlemcisi renk bilgisinin yanında kontrast, keskinlik, renk doygunluğu gibi değerler ile ilgili hesaplamaları da gerçekleştirir ve fotoğraf bu işlemin sonunda ortaya çıkar.”
Kaynak: http://meren.org/blog/
Bu kadar müdahaleden geçen bir fotoğrafın halen daha saf-temiz- el değmemiş bir fotoğraf olduğunuz düşünmüyorsunuzdur herhalde:)
Bunca sebepten dolayı estetik kaygılarla çektiğiniz bir fotoğrafta etik sınırınızı belirledikten sonra yapacağınız her türlü müdahale size kalmıştır ve izleyenin bunu yargılamaya hakkı olduğunu düşünmüyorum. Özellikle belirtiyorum; müdahale olmalı ya da olmamalı gibi bir tartışma içine girmeyi doğru bulmuyorum; müdahalenin kalitesi konusunda bir eleştiri, ‘ehil’ kişiler tarafından her zaman yapılabilir.
Geldik belgesel fotoğrafa. Belgesel fotoğrafçılığın tanımı şudur;
“En geniş anlamda konusunu yaşamsal gerçeklikten alan, insanları ve çevresini kaydetmeyi, betimlemeyi amaçlayan, yaşamı sorgulayan, içindeki çarpık ve bozuk yanlara insanların dikkatini çekmeye çalışan, kısacası “daha iyi bir yaşam” anlayışının öncüsü olma gayesindeki fotoğraf dalıdır. Fotoğrafçı, eğer yaşamı fotoğraflıyorsa kendi gördüğü ayrıntıyı, önemliyi başkalarına aktarırken dürüst olmalıdır.”
Kaynak: http://www.belgeselfotograf.com
Tanımının üstüne bir yorum yapmama gerek yok sanırım. Yaşamı olduğu haliyle belgelemeyi amaç edinmiş olan belgesel fotoğrafçıları, basit teknik müdahaleler dışında (yerine göre kırpma hariç) müdahaleler yaparak konunun doğallığını bozmayı hiçbir zaman düşünmemelidir.
Haber fotoğrafçılığını da belgesel fotoğrafçılığıyla benzer tutabiliriz. Anadolu Ajansı Fotoğraf Haberleri Müdürü Abdurrahman Antakyalı’nın bir yazısını okudum. Şöyle diyor;
“ Teknik konusu son derece önemli. Özellikle ‘photoshop’un kötü amaçlı kullanılmasına ilişkin örnekler görüyoruz. Haber fotoğrafçılığında güvenilirlik çok önemlidir. Bakın top futbolcunun kafasının arkasında, o topu oradan kopyalayıp, ortaya atmışlar ama diğer topu unutmuşlar. İki topla oynanan maç Türkiye’de! Topun boyutunu da küçültmüşler.”
Komik değil mi? Yine buna benzer olarak Irak savaşında çekilmiş olan bu iki fotoğraf kullanılarak manipüle edilen fotoğraf işin etik yönünün göz ardı edilmesinin ne tür facialara yol açacağını açıkça gösteriyor. Los Angeles Times foto muhabiri Brian Walski’nin işine olay ortaya çıktıktan hemen sonra son verilmiş.
Hal böyleyken ve basın fotoğraflarının toplumsal yaşam içindeki etkisi bu kadar önemliyken basın fotoğrafçılığında da temel müdahaleler dışında(yerine göre kırpma hariç) fotoğrafa müdahale edilmesine kesin olarak karşıyım.
Sözün özü;
– Estetik kaygılarla çekilen her fotoğrafta müdahale olabilir, olmuştur ve her zaman da olacaktır. Dijital dünyada izlediğimiz profesyonel fotoğrafların birçoğunda müdahale olduğunu aklınızdan çıkarmayın. ‘Dijital düzenleme yapılmış fotoğrafım takdir görmez’ kaygısı taşıyan bir çok fotoğrafçı var ki fotoğraflarında gözle görülür müdahaleler olmasına rağmen gururla en ufak bir müdahalenin olmadığını anlatırlar. Etik kaygınız yoksa ve dijital düzenleme konusunda yetkinseniz çekinmeyin; estetik ve sanat iç içe geçmiş kavramlardır ve sanat da ancak sanatçının hayal gücüyle sınırlıdır.
– Belgesel ve basın fotoğrafçılığı toplum yaşamını izleyene aynen ulaştırmayı hedef edindikleri için fotoğrafın ışığını ayarlamak ya da biraz daha keskinlik vermek gibi fotoğrafın doğasını bozmayacak müdahaleler dışında herhangi bir müdahaleye tabi tutulmamalıdır.
– Unutmayalım ki fotoğraf çekim süreci uzun bir süreçtir; üretim sonrası (post-production) safhada fotoğrafı hafıza kartına atıyorken bile fotoğraf jpeg formatına çevrilirken sıkıştırma-keskinlik gibi bazı müdahalelerden geçiyor. Hal böyleyken çektiğimiz fotoğraf ne olursa olsun çekim sonrasında yapacağımız temel müdahaleler (ışık, keskinlik, kontrast, kırpma vb) uygunsuz diye nitelendirilmemelidir. Dahası mı? Tamamen hayalgücünüze ve yeteneğinize kalmış…
EmBaBa