
1964 yılında iki doktora öğrencisi yaptıkları bir deneyde kafese koyulmuş köpeklerin patilerine rastgele ve uyarı olmaksızın elektrik şoku veriyorlardı. Köpekler hiç bir şey yapmazsa şok 6 saniye sürüyordu ama burnunu kafesin önündeki bir panele değdirirse şok daha kısa sürüyordu. Başka bir kafeste ise başka köpekler aynı şoku alıyordu ama burnunu değdirip şoku kesebileceği bir panel yoktu. Yani birinci kafesteki köpekler aldığı şoku kısa kesebilecek olanaklara sahipken diğer kafesteki köpeklerin böyle bir şansı yoktu. Bu şok dalgası 64 kere sürdü ve köpekler kendi kafeslerine döndüler.
Ertesi gün aynı köpekler farklı bir kafese koyuldular. Kafesin ortasında köpeklerin atlayabilecekleri bir panel vardı. Bu sefer köpeklere önce tiz bir ses ve sonra şok veriliyordu. Bir gün önce panel yardımıyla şokları kesebileceğini öğrenen köpeklerin hepsi, sesi duyunca panelden atlayarak kendini korumayı öğrendi. Ama bir önceki şok deneyinde panel yardımıyla şoku kesme şansı verilmeyen köpeklerin üçte ikisi atlayıp şoktan kurtulmak yerine yere yatarak pasif bir biçimde şokun geçmesini bekledi.
Bu deney gösterdi ki:
‘Köpeklerdeki umutsuzluğa neden olan şey acı çekmek değildi. Umutsuzluğu getiren şey kontrol edemeyeceklerini düşündükleri acıydı.’
Siz bu ikinci kafesteki köpeklerin hangi tarafındasınız?
Önceki deneyimlerine bakarak şu anki durumunu çaresiz gözlerle izleyen üçte ikinin tarafında mı?
Yoksa kontrol edemediği bir çok acıya maruz kalmasına rağmen halen daha umutlarına tutunan üçte birin tarafında mı?
Çaresizlik, önceki kötü tecrübelerimizin ve çevremizdeki olumsuz örneklerin bizde yarattığı önyargılardır. Acı çekmekten çekinmeyen veya hata yapmayı umursamayanlar çıkış yolunu eninde sonunda bulurlar.
Unutmayın;
Öğrenilmiş iyimserlik > Öğrenilmiş çaresizlik